Fransa’nın Cannes (Kan okunur) ve Nice (Nis okunur) şehirlerini yıllardır duyar ama gitmek için pek de fırsat kovalamazdım. Sebebi belki de sadece filmlerden, dizilerden duyduğum sığ bilgilerin içimi pek açmamış olmasıdır. Gidip – gören tavsiye eden de pek olmayınca Cannes – Nice rotası seyahat planlarımda öncelikli olmamıştı. Ta ki kısa bir tatil molasını anında değerlendiren ablam ve annemin Nice’e gidişine kadar. Bu cümleden, aklına estiği anda yurtdışına giden zengin bir ailem var mesajı çıkmasın. Ablam milli havayolunda hostes ve annem de bedava uçuyor zaten. Ben ancak indirimli… 🙁
Bunca yıldır o kadar geziyi nasıl yaptım sanıyorsunuz. Gerçi eski rüya sistem değişti, uzun zamandır indirimli biletlerle uçamıyorum ama neydi o eski güzel günler be!..
Bu sefer uçuş millerimle biletimi alıp ertesi gün uçtum yanlarına. Türk Hava Yolları’nın, İstanbul’dan Nice’e direkt uçuşu var. 3 saatlik bir uçuşla Fransa’nın en güzel şehirlerinden biri olan Nice’a iniyorsunuz. İndiğinizde alanda büyük yolcu uçaklarından çok daha fazla sayıda özel jet olması buranın Fransa’nın en pahalı şehirlerinden olduğunun ispatı. Diğer kanıtlar da yazının içinde.
Nice, ilk bakışta İzmir’e çok benzeyen ancak ne yazık ki şehrin ve denizin temizliğiyle İzmir’den daha güzel bir şehir. Upuzun sahil şeridinde geniş yürüyüş ve bisiklet yolları var.
Hemen önündeki denize ise istediğiniz her yerden girebiliyorsunuz. Otellerin önünde müşterileri için kendi tesisleri var ancak diğer yerlerde sahil herkese açık. Havlusunu, şemsiyesini alan herkes denizden istifade edebiliyor. Biz gittiğimizde güneşli ama henüz serin bir Nisan ayı olduğu için denize girmedik ama girenler vardı.
Sonraki gidişim de Ekim’deydi ve o zaman da güneşli ama serin bir Ekim ayı olduğu için yine giremedim. Yine girenler vardı… 🙁
Başta da söylediğim gibi Nice, Cannes ve çevresi çok pahalı. Biz gittiğimizde euro henüz yüksek uçuşuna başlamamıştı ama yine de pahalıydı. Şu anda hiç düşünemiyorum. Ancak dediğim gibi Avrupa’nın neredeyse en pahalı şehirlerinden olsa da gördüğüm en güzel bölgelerinden biriydi Güney Fransa.
Nice’te hemen deniz kenarındaki Radisson Blue Otel’de kaldık. https://www.radissonblu.com/en/hotel-nice Havaalanına taksiyle 5 dakika mesafede ve çok güzel bir oteldi. Yalnız sizi hemen uyarayım, herşey gibi taksiler de çok pahalı.
(Evet bu yazının anafikri Nice’in pahalı olması! Şimdiye kadar 5 kez kullandığım pahalı kelimesinden anlamış olman lazım. )
Pazar günü binecekseniz Pazar tarifesi ayrı para alıyorlar ve valiziniz varsa taşımasa bile ayrıca valiz parası alıyorlar. 5 dakikalık yol için taksimetre 9 euro yazmasına rağmen 25 Euro filan ödedik. Seyahat süresince mümkünse bizim yaptığımız gibi her yere otobüs kullanın.
En uzak mesafe bile 3 Euro’ydu ve hemen her yere otobüs vardı. Sadece erken saatlerde bittiği için otobüs ve tren saatlerini iyi takip etmeniz gerekiyor. Geç saat için de Uber alternatifi var. Legal olduğu için rahatlıkla kullanabilirsiniz. Daha keyfe keder takılayım diyorsanız gitmeden araba da kiralayabilirsiniz.
Ben kiralayacaktım da hangisini kiralayacağıma karar veremediğim için kiralamadım. 🙂
Araba kiralamak ve park parası Uber’den pahalıya geliyor. Ama buralara kadar geldiyseniz kesenin ağzını biraz açacaksınız. Bakın ben açtım. 🙂
Nice’in iç bölgeleri de güzel olsa da biz ilk akşam yemeğimizi deniz kenarında Rue Saint-François de Paule, 11 numaradaki (İstanbul’da da şubesi olan) Le Petite Maison’da (Lö Pöti Mezon okunur) yedik. Deniz ürünleri şahane, fiyatlar da Nice’e göre normaldi yani pahalıydı. 🙂
Bizde sokak kokoreççilerinin bir sosyal medya hesapları varken böylesine güzel ve şık bir yerin de web sitesi yok inanır mısınız? Neyse ki Trip Advisor var.
Başka bir gün Nice’e çok yakın olan Antibes’e (Antib okunur) gittik. Sonraki gidişimde Antibes’de kaldığımda gözüme daha güzel gözükse de Nice ve Cannes yanında Antibes o kadar da cazip gelmedi bana.
10. yüzyıldan kalma kalesinin de pek bir cazibesi yoktu bana sorarsanız. Cote d’Azur (Kotdazür okunur) bölgesinde başka bir yer görme şansınız yoksa keyifli bir yer olsa da görmeseniz çok büyük bir kaybınız olmaz.
Sadece bizim de bir tavsiye üzerine gittiğimiz Rue James Close 31 numarada yer olan Le Village adlı küçük restaurant’a gelmemenize yazık olabilir.
Nefis lezzetli carpaccio’su ve şahane deniz ürünleri ve bölgeye göre oldukça makul olan bu fiyatlarıyla Antibes’e giderseniz mutlaka tavsiye edeceğim yer Le Village. Buranın da kendi web sitesi yoktu ama yine sağolsun Trip Advisor.
Böyle kendi web sayfası olmayanları yabana atmayın. Aslında ne kadar lokal olduklarını ve reklama ihtiyacı olmadıklarını gösteriyor bir bakıma…
Antibes’den bir tavsiye de Hotel du Cap Eden Roc. https://www.oetkercollection.com/hotels/hotel-du-cap-eden-roc/
Şeftali mevsiminde gidip barında Bellini içmeyen sevdiğini görmesinmiş. 🙂
Yukarıda Côte d’Azur olarak yazdığım ve Fransız Riviera’sı olarak adlandırılan güney Fransa sahil şeridi yani Cannes, Antibes, Nice, Monaco, Monte Carlo arka arkaya sıralı ve hepsi birbirinden güzel. Sabah erkenden biniyorsunuz bir otobüse, deniz tarafına oturuyorsunuz ve tur otobüsüyle gezer gibi tüm sahil şeridini geziyorsunuz. Sadece bu yolculuk için bile gitmeye değer. O kadar güzel ki…
Monaco toplam 40.000 nüfuslu, 18 km2’lik minicik bir ülke. Adı “ülke” ama Fransa’nın ultra zengin bir “kasaba”sı sadece.
Meşhur Monte Carlo Casino’sunun yer aldığı Casino Meydanı’nın
gündüzü ayrı
Gecesi ayrı güzel…
Güzel demişken…
Casino’nun önünde sürekli bir lüks araç trafiği var. Çoğu, otellerin kendi müşterileri için tahsis ettiği araçlarmış ama bir kısım abinin Bentley, Porche, Ferrari ya da artık şeytan ne verdiyse Bebek sahilinde turlar gibi bu meydanda turladığı da bir gerçek.
Casino olayı bizim pek ilgimizi çekmediğinden otele girmedik. Yalnız bir dahaki gidişimde mutlaka içine girip bir göreceğim pek çok filme de dekor olan meşhur Monte Carlo Casino’sunu.
Bu civarda küçük bir lokantayı geçtim, sokak cafesi tadında bile yemek yerleri yok. Meydanda yer alan ve tamamen zengin turisteleri soymak için açıldığını tahmin ettiğim tek mekan olan Cafe De Paris var. Ancaaak kesinlikle oturmanızı tavsiye etmiyorum. Biz ettik siz etmeyin; 3 sandviç, 3 kahve ve 3 suya 110 euro hesap vermeyin.
Nice’e, Monte Carlo’ya geldiğinizde kesenin ağzını açacaksınız dedik de bunlar daha başından bizim keseyi aldılar arkadaş…
Keseyi aldılar da içimizdeki gezme azmini alamadılar. Monte Carlo’dan sonra bölgenin en güzel kasabalarından Eze’e (Ez okunur) gittik. Eze, sahil şeridinden otobüsle yaklaşık yarım saatlik tırmanmayla çıkılan 700 metre rakımlı yaklaşık 2.500 nüfuslu bir yer.
Ortaçağ’da Monklar’ın yaşadığı yer olan Eze, sanki o zaman dondurulmuş ve günümüze aynen aktarılmış gibi…
Daracık sokakları,
Hala hizmet veren şatoları,
Sanat Galerileri,
Ve şahane manzarasıyla müthiş güzel ve huzurlu bir yerdi.
Bir de video mu koysam size sakinliği, dinginliği daha güzel anlayasanız diye…
Zamanlar biraz sınırlı olduğu için aslında bütün bir günü geçirmek istediğimiz Eze’de fazla kalmadık ve tekrar sahile döndük. Kıyafetim aynı olmasa ertesi gün de şuraya buraya gittik filan diyeceğim ama diyemiyorum. “Dersem derim kime ne” de olmuyor aynı kıyafeti 2 kez giymiş dersiniz, o daha fena; bütün Monaco sosyetesine rezil olurum.
Sahilde tamamen tesadüf keşfettiğimiz ve yaz sezonu açılış partisine denk geldiğimiz Anjuna Beach’e gittik. http://www.anjunabay.com/ Aslında sadece davetlilere açık olan özel bir partiydi ama Türk’ün hele 3 Türk’ün açamayacağı kapı olabilir mi sizce?.. 🙂
Açılışın verdiği enerjiden midir bilinmez yemekler şahane, fiyatlar bölgeye göre normal, çalışanlar çok güleryüzlü ve yardımseverdi. Size partiden bir video da paylaşayım da zenginlerin sizden pek de farklı eğlenmediğini görün. Yani kapalı partilerde öyle çılgınlar gibi filan değil gayet normal sizin benim gibi eğleniyorlar işte.
Anjuna’da zenginlerin arasındaki havalı partide “çılgınlar gibi” eğlendikten sonra otele otobüsle döndük ama çaktırmayın.
Bizim sınırlı birkaç günde gidemediğimiz ama mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken yerleri yazayım da bir dahakine hem bana hem de okuyanlara fazladan tavsiye olsun.
Sahilde şeridindeki bütün oteller güzel ama tercih şansınız varsa Le Meridien’de kalın. Kalamasanız dahi akşamüstü otelin çatısında şampanya için.
https://www.marriott.com/hotels/travel/ncemd-le-meridien-nice/
Yok beni deniz tutar ben manzara severim diyorsanız da Hotel La Perouse’da kalabilirsiniz.
https://www.hotel-la-perouse.com/
Nice’e gelecek cesareti göstermişsiniz, şımarıklık elbet hakkınız; yapın tabi. Manzarası çok güzel olan bu otel, Monaco’ya doğru sahil şeridinin sonunda yokuşun tepesinde yer alıyormuş. Yanındaki merdivenlerden de yukarısındaki Castle Hill’e, bahçesini çıkılıyormuş ki görülmeden gelinmeye…
Diyorum ya her bir köşesi görmeye değer diye. Saint Jean Cap Ferrat da mutlaka görülmesi gereken sahil kasabalarından. Biz yanından geçtik ama içerleri görecek vaktimiz yoktu. Paloma Beach’ten denize girip en uçtaki Saint Hospice’e kadar gidip Chapelle’e bakmayı unutmayın. Cap Ferrat bölgesinde, ailelerinden pek haz etmesek de Rothschild Müzesi de mutlaka görülecek yerlerdenmiş.
Yine sahil bölgesindeki Villefranche-Sur-Mer’e gidip sahilde La Mere Germaine’de hem öğlen, hem akşam yemeği yenebilirmiş. Tabii ki dışarıda oturmak şartıyla. http://www.meregermaine.fr/en/mediterranean-restaurant-2/
Zaten bu bölgeye mutlaka havalar güzelken gitmek lazım. Yoksa hiç keyfi olmaz.
Biz havalar güzelken gittik, yedik, gezdik, yürüdük, gördük, parasal olarak azıcık süzüldük ama keyifle geldik. Aynı seyahat içinde gittiğimiz diğer bölgeleri de Cannes başlığı altında ayrıca yazacağım.
O zamana kadar Au Revoir (Or vua okunur) 🙂 🙂 🙂
1.219 Comments