Her ne kadar birbirlerine yakın küçük kasabalar olsalar da gezip – görecek yazıp – çizecek çok yer olduğundan Monaco, Monte Carlo, Eze, Nice, Antibes gözlemlerimi Nice başlıklı yazımda, Cannes, Gras, Saint Paul de Vance gözlemlerini de Cannes başlığıyla bu yazıda yazdım ki okuduğunuzun blog yazısı mı kitap mı okuduğunuzu ayırabilin ve bana yazıların çok uzun diye eleştiri yapmayın.
Cannes ve civarını 2 kere ziyaret etme şansı buldum. İlkinin motivasyonunu Nice yazımda bulabilirsiniz. Diğeri keyifli bir iş seyahatiydi.
Cannes’a ilk gidişimizde otobüs terminalinden sahile inip sağa doğru yürümüştük. Sol tarafta birşey yok gibi gelmişti. Bu sebeple Cannes’ı beğensek de diğer yerlere göre öyle pek de bayılmamıştık. Meğer herşey sol taraftaymış. Neyse ki sonraki gidişimde diğer tarafı da keşfettim de Cannes’ın da ne kadar güzel bir yer olduğunu anlama şansını yakaladım.
Yalnız ilkinde, Brun Restaurant’ın önündeki tezgahtan çok lezzetli istiridyelerden taneyle alıp yeme şansı bulmuştum ki bu bile ilk Cannes gezimi güzel hatırlamama yetmişti. 😛
Cannes’la ilgili nefis bir yeme – içme rehberim var. Yazının sonunda hepsini adres ve linkleriyle paylaşacağım. Ben pek çoğuna gidemedim ama olsun maksat vatandaşa hizmet.
Nice yazımdan hatırlarsanız Nice pahalıydı. Bilmediğiniz Cannes’ın daha pahalı olduğu. Fakat benim yaptığım gibi her sokağını karış karış gezerseniz Meynadier yolu sonundaki Marché Forville http://www.marcheforville.com/ denen halk pazarına ulaşabilir ve birbirinden leziz yöresel peynirleri, şarküteri etleri ve çeşitli yiyecekleri şehre göre çok daha ucuza satın alabilirsiniz.
Cannes 20 kilometrekarelik küçücük bir yer olmasına rağmen neredeyse hepimizin bu vesileyle tanıdığı, yılda 1 kere düzenlenen ve tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardığı Film Festivali’yle ve yılda 2 kez düzenlenen ve benim de birine katıldığım Dizi ve Format Fuarı’yla ve daha pek çok fuarla her daim hareketli ve gözde olmayı başarmış bir şehir. Bir şehir, ticari ve turistik olarak nasıl yönetilmeliye çok güzel bir örnek Cannes.
Format Fuarı demişken, izlerken çamur atmayı pek sevdiğiniz Türk işi diziler sayesinde, Amerika’dan sonra dünyaya en çok dizi ihraç etmeyi başaran 2. ülke konumuna gelmişiz. Şu anda sektörün, dizilerin yurtdışına satışı sayesinde ayakta durduğunu söylersek sanırım yanlış olmaz.
Hatta birkaç sene önce Türkiye ihracat şampiyonu olan şirket, Türk Dizileri’ni dünyaya pazarlayan şirketti. Yani satış hacmini düşünün…
Amerika’da bir üniversitede, neden Türk dizileri bu kadar izleniyor konulu bilimsel bir araştırma yapılmış ve sonuçlarıyla ilgili fuarda bir seminer bile yapmışlardı.
Çoğunu önceden bildiğimiz bu ve benzeri bilgileri, fuara ilk gittiğimiz gün tanıtım konuşması sırasında verdiler. Konuşmayı veren Paul’un inanılmaz motivasyonundan sonra verin elimize projeyi, kalemi, kağıdı, kartviziti, dosyayı, zımbayı, delgeci müşterilerin kapılarına gidelim, hatta o da yetmez Viyana kapılarına dayanalım, satalım bütün dizileri moduna geldik. O derece teşvik olduk. 🙂
Benim ilk gidişim olması ve projemin bir yarışma programı olması sebebiyle satış yapamadım ama kısa zamanda edindiğim tecrübe ve gözlemlerimden çok keyif aldığımı söylemeliyim.
Tabi ki bir yere giderim de Galatasarayım’la alakalı bir iz bulur da 32 diş atlamaz mıyım?
Mipcom Format Fuarı’na katılım ve ziyaretçi fiyatları da oldukça pahalı ancak devletin bu konuda teşvikleri var. Başvuru ve geri alım prosedürlerini öğrenir ve buna göre yol alırsanız oldukça iyi fırsatlar olduğunu söylemeliyim. Hem fuar sırasında bir bakmışsınız ki karşınızda bir Hollywood ünlüsü çıkmış. 🙂
Gündüz tüm gün fuarda olunca akşamları sektörden tanıdıklarla lüks otellerde verilen birbirinden güzel kokteyllerde, partilerde takılmak biraz yorsa(!) da inanın değdi.
Bu kadar iş – güç yeter hadi artık gezelim tozalım diyenlere öncelikle bu bölgede en sevdiğim yer olan Saint Paul De Vence’tan bahsetmek istiyorum.
Nice’ten 30, Cannes’dan 45 dakikalık çok rahat bir otobüs yolculuğundan sonra Provance’ın en güzel bölgelerinden biri olan Saint Paul De Vence’a kolayca ulaşıyorsunuz. Yolda giderken gördüğünüz nefis manzaralar hem gelişip hem de köy hayatının hala korunabileceğinin şahane bir kanıtı.
Küçük otellerin, cafelerin, restaurantların, şık butiklerin ve sanat galerilerinin olduğu De Vence’a tek kelimeyle ba-yıl-dık. Ortaçağdan kalma evlerin, daracık sokakların olduğu çok güzel bir yerdi.
Annemler ilk gün gitmişlerdi. Ben göreyim diye benimle tekrar geldiler. Defa defa gidilecek bir yer. Buraya seçtiğim bir kaç resim koyuyorum ama o etkileyici atmosferini ancak gittiğinizde hissedeceğiniz farklı bir yer De Vence.
Hatta video da koyayım, bu kadar güzel bir yer nasıl bu kadar kötü çekilebilir diye içinizden bana saydırın. Saydırmadan önce gözlerinizi kapayıp doğanın sesini de dinleyin ama tamam mı?
Burada bir arkadaşımdan tavsiye aldığım La Colombe D’or restauranta gitmek istediysek de en az 3 gün öncesinden rezervasyon yaptırmak gerektiği için gidemedik. http://www.la-colombe-dor.com/indexEN.html
Colombe D’or, mutfağı, ünlü konukları ve sanat eserleriyle tarihi çok eskiye dayanan ama hala popüler olan şık bir mekanmış. Burada yer bulamayınca vadiye bakan çok güzel bir manzarası olan oldukça mütevazi Le Tilleul’da oturduk. http://www.restaurant-letilleul.com/
Kahveyi 4 euroya, tatlı çeşitlerini 9 euroya, güzel bi makarnayı 16 euroya yiyebileceğiniz ama 1 şişe suya 6 euro vereceğiniz çok keyifli lokal bir yerdi.
Şarküteri alışverişini Le Fromager adlı küçük lokal bir dükkandan yaptık. Bölgede yapılan peynirler, ekmekler, şarap ve etlerin satıldığı dükkan turistleri nasıl çekeceğini çok iyi biliyordu. Beğendiğiniz hemen hemen her çeşit peyniri ve şarabı tadarak alma şansınız vardı. Yine web sitesi olmayan bu yerin adresi I rue de la Pourtoune, 06570 Saint Paul de Vence; trip advisor sayfasını da aşağıda paylaşıyorum.
Yolunuz Nice’e, Cannes’a düşmesini beklemeden bir fırsat yaratarak mutlaka gidin ve görün Saint Paul de Vence’ı…
Gittiğimiz bir diğer güzel kasaba da, meşhur lavanta bahçelerinden üretilen parfümlerin satıldığı mağazaların ve o sıralarda çekilen bir yerli dizinin mekanı olması sebebiyle ünlü olan Gras’tı.
Gras meşhur Fragonard parfümlerinin satış dükkanları ve parfüm müzesiyle De Vence’a göre daha modern bir yerdi.
Grass parfüm müzesine gidecekler için saat ve fiyat bilgisi de bu sitede. https://www.museesdegrasse.com/en/practical-information
Müze, bölgedeki parfüm üreticiliğinin tarihini, teknolojisini ve çeşitliliğini göstermesi açısından çok bilgilendirici ve keyifliydi ancak müzesever ya da parfüm üreticisi değilseniz ve fazla vaktiniz yoksa Gras’ı es geçebilirsiniz. Buradaki parfümlerin belli başlılarını Nice havalimanında da satıyorlar. Gidemeyecek olanlar için müzeden biraz fotoğraf koyayım, siz de burdan araklarsınız artık.
Parfüm seçerken çok seçici olmanızı ve mümkünse denediğiniz ilk 3 parfümden birini almanızı öneriyorum. Aksi halde benim gibi onlarca parfümü deneyip, hah tamam bu en güzeli dediğiniz ve dünya para ödediğiniz saf parfümün eve gelince aslında ne kadar size uygun olmadığını farkedip tuvalet masasının üstünde çürümesine şahitlik edebilirsiniz. 🙁
Size biraz da sanat fotoğrafları koyayım ve yeme – içme rehberine geçeyim.
La Potiniere de Palais
Cannes’ın tam merkezinde, Festival mekanı olan Palais de Festival’in karşısında kalıyor. Mutfağı Fransız ağırlıklı ama pizzası ve karidesi de güzeldi. Hava güzelse ve dışarıda oturuyorsanız işte Cannes’ın tam kalbindesiniz demektir. Yalnız baştan söyleyeyim, Türkiye’yi zaten geçtim de başka yerlerdeki gibi hizmet veren garsonlar beklemeyeceksiniz. Çoğu zaten sizden zengin olduğu için canı ne zaman isterse ve hangi hızda isterse o şekilde getiriyorlar yemekleri. 🙂 http://alapotiniere.fr/en/home/
Biz rezervasyonsuz yer bulduk ama garanti olması için buralarda hemen her yere rezervasyon şart.
Vesuvio
Burası Festival alanına 1 km. uzaklıkta bir Pizzacı. Hareketli ana cadde haricinde tanıdık bir tad arayanlar için iyi bir seçim ancak Türk turistler bayılsa da benim gibi yurtdışı seyahatlerinde farklı tad arayanlar için değil Vesuvio. http://vesuvio-cannes.com/
Astoux et Brun
Festival mekanını kerteriz alıp Félix Faure caddesinden 400 metre sağa yürüyorsunuz ve köşedeki Brun’a varıyorsunuz. Hani benim önünden istiridye alıp yediğim yer. https://www.astouxbrun.com/
Fransızlara yaraşır kıl bir ekibi varmış, rezervasyon sayısı tamamlanmadan masaya oturtmamalar filan ama muhteşem deniz ürünleri bu negatif yönlerini bertaraf ediyormuş dediler. Soğuk deniz ürünü tabağı olan “assiette de crustace” ve şarap olarak Sancerre Blanc ısrarla tavsiye ediliyor.
Caveau 30
Festival alanından Brun’a gelmeden Félix Faure yolu üzerinde Irish Bar’ın yanında yer alan Caveau 30, güzel bir deniz ürünleri restaurantı. Et de var ama tavsiye edilen yine deniz ürünleri. https://www.lecaveau30.fr/
Le Palacio
Festival alanının hemen karşısında Cannes’ın kalanına nispeten daha uygun fiyatlı cafési. Web sitesi yok ama sevimli bir yer. Ben mutfağını beğendim; hafif ve lezzetli öğlen yemeği arayanlar için ideal.
Le Voilier
Burası da Vesuvio gibi Festival alanına 1 km. uzaklıkta ama diğer tarafa doğru, Hotel Carlton’dan sonraki köşede yer alıyor. Avrupa’nın pek çok yerinde olduğu gibi Fransa’da güzel kahvaltı mekanı bulmakta zorlananlar için ideal bir yer. Mutfağı 08.00’de açılıyor ve şahane omlet yapıyorlar. Ah olsa da yesek croissantları süper, kahvaltı tabağındaki ekmek – tereyağ – reçel üçlemesi de nefis. Yok ben geç kalktım, akşamüstü oturup bi şampanya içeyim derseniz, o da olur. http://levoilier.fr/
Zoa
Festival Alanından 100 metre ilerde, Caffe Roma’nın arkasındaki Zoa, aslında suşici ama akşam bar oluyormuş. Yerel halkın gittiği erken saat eğlencesi arayanlara tavsiye olunur. http://www.zoasushibar.com/
Baoli
Cannes’ın en havalı en popüler mekanlarından. Biz gitmedik ama gece kulübü sevenler için en hit yer olduğunu söyleyebilirim. Yemekleri iyi değilmiş, popüler diye gidecekseniz rezervasyon yaptırarak sadece club olayına giriniz. https://baolicannes.com/
Chrystie
İlla eğlenmek istiyorsanız Baoli yerine buraya gidiniz. Gece 12’de açıldığı için enerjisi olan gençlere öneriyoruz. http://www.chrystie.com/
İstanbul’dan gelenler için kapıdaki kıllık ve içerdeki kalabalık şaşırtıcı olmayacaktır.
Carlton Bar
Cannes’a gitmişken meşhur Carlton Oteli’ne gidip bahçesindeki barda oturmadan, çay, şarap, şampanya vs içmeden dönülmez. Her yer gibi burası da pahalı. Tamam burası biraz daha pahalı ama amaaan artık battı balık yan gider. Cannes’da para mara kalmadı, takmayın artık. Dönünce nasılsa en az 3 ay boyunca soğan ekmek yiyeceksiniz. Bari burda tadını çıkarın.
Biz Cannes’da akşamları neredeyse hiç para harcamadığımız için böyle ileri geri konuşuyorum çünkü her gece bir kaç mekanda kokteyl, tanıtım, yemek, partiye katıldığımız için ne içkiye ne yemeğe para verdik.
Web sitesi vermiyorum, Cannes’ın en meşhur otelini de bir zahmet bulursunuz. Aa yazının sonlarına doğru bi agresifleştim ben. Dur o zaman artık toparlayayım.
Auberge de la Mole
Biraz uzak olsa da bir arkadaşımın mutlaka görmelisin diye tavsiye ettiği Tropez’in kuzeyindeki Mole köyünde yer alan Auberge de la Mole, trip advisor’dan tam not alan yerel restaurantlardan…
Bir daha gidersem unutmamak için mutlaka git diye notumu alıyorum.
Moulin de Mogins
Yine kaçırdığıma üzüldüğüm yemyeşil küçük bir köy daha. Burada yer alan Moulin de Mogins, göründüğüne göre doğal dokuyu çok güzel yansıtan bir yer. Sanırım yazıyı bitirip ilk uçağa binip göremediğim bu yerleri görmeye gideceğim.
Gideceğim gitmesinde de Cannes’da çirkin kurbağayı öpersen kendi ülkende prensini bulacaksın diye beni kandırdılar. Ben bir süre daha burda prensimi bekliyorum. Siz gidin, yediklerinizi, içtiklerinizi bana haber edersiniz. Hadi öptüm…
1.306 Comments