Yurtdışı Seyahat

Bari

Temmuz 11, 2018

Epeydir İtalya’ya gitmemiştim. Ayaklarım kaşınmaya başlamıştı. Türk Hava Yolları’nın almayanı dövüyorlar kampanyasından ucuz uçak bileti bulup bir hafta içinde programımızı yapıp İtalya’nın hiç bilmediğimiz küçük şehri Bari’ye gitmeye karar verdik. Güneyde, çizmenin topuğunda olduğu dışında neredeyse başka hiç bir şey bilmediğimiz Bari’nin, Türkçe’deki “gidelim bari”deki gibi uzun olarak okunduğunu öğrendik ilk. Cümle içinde kullanınca bir tuhaf olsa da üç kafadar gidelim Baari dedik…

Blogumu takip edenler, çoğunlukla maç seyahatlerimi yazdığımı bilirler. Gerçi adı maç seyahati ama çoktan yemek blogu olmuş durumda ya neyse…
Orada sık sık bahsettiğim gibi maça giden o koca adamlar, iş adamları, ağır abiler deplasman yolculuğunda ya da maç sırasında neredeyse okul zamanlarında ki ergen hallerine dönerler. Her daim ağırbaşlı (!) olan biri olarak ben, bunu hep garipsemiş ve nedenlerini anlamaya çalışmışımdır. Bari seyahatim sırasında biraz anladığımı sanıyorum.
Takım tutma, maça gitme tutkusu çoğu kişide ilkokul ya da en geç ortaokul yıllarında başlar. Maça, hem de o eski takımdaş okul arkadaşlarıyla geldiklerinde, kendilerini birden o çocukluk ya da ergenlik yıllarına dönmüş gibi hissederler. Yurdum erkeğinin en temel sorunu, ergeliklerinin kız peşinde koşup reddedilerek, arka mahalledekilerle sürekli kavga ederek, sağa sola bağırıp küfür ederek geçmesindendir. Bu yüzden maçlarda ve deplasman yolculuklarında bu ilkel duyguların kollarına bırakıp bazen kızdığımız bazen güldüğümüz o tuhaf hallerine bürünüp 13 yaşında ergen gibi davranırlar.
Yazıya bağlarsak, ben de taa ortaokuldan beri tanıdığım sınıf arkadaşlarımla gittiğim Bari’de direkt okul yıllarındaki o çocuksu hallere bağladım ve şimdiye kadar geçirdiğim en güzel seyahatlerden birini yaşadım. Ergenlik forevır!. Arkadaşlarımın Galatasaraylı olması tamamen tesadüftü tabi. 🙂

Ucuz biletler, günü bölme riskine karşın sabahın köründe olmadığından 1,5 saatlik çok rahat geçen bir yolculuktan sonra makul bir saatte ve son derece enerjik bir şekilde vardık Bari’ye. Havaalanından 20 dakikalık ve 23 euroluk bir taksi yolcuğuluyla şehir merkezine gidiliyordu. 3 – 4 kişi gidildiğinde taksi, nispeten makul oluyor. Bizim gibi bu kadar kısa süreli seyahatlerde vaktin nakit olduğu düşünülürse 23 / 3 euroluk fedakarlık değer, öyle değil mi?

Bari, beklediğimizden büyük ve çok daha güzel çıktı. Otelimiz Boston http://www.bostonhotelbari.com/ şehir merkezinde ve hemen her yere yürüyerek en fazla 10 dakika mesafedeydi. Eski şehir (Old City) denilen ve daracık yolların arasında gizlenen eski taş evlerin oluşturduğu bölge, Bari’de istisnasız en favori yerimiz oldu.

Eski şehir, neredeyse her evden yıkanmış çamaşırlar sarkan, camdan cama bağırarak konuşulan özellikle biz Türklerin hiç yabancılık çekmeyeceği bir tablo sunuyordu misafirlerine…

Hatta sokaklar o kadar temiz ve o kadar güzel kokuyordu ki kızlar marketlerde o güzel kokulu deterjanlardan arayıp durdular. 🙂

Bari’de hemen her köşeyi döndüğünüzde başka bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. Yukarıdaki evin böylesine cici ışıklandırılmış güzel avlusu gibi…
Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Bari’de görülmesi tavsiye edilen yerler var elbette ama hiç bunlara takılmayın. Eski şehrin sokakları arasında kaybolun ve hoşunuza giden yerleri gezip beğendiğiniz yerlerde oturup gönlünüzce yiyin için. Biz birazdan yazacağım dışında tavsiye restoran almadık ve hiç de pişman olmadık. Fazla yurtdışı deneyimi olmayanlar tavsiyelerime kulak versinler elbette ama Bari’de kendinizi hiç kasmayın. Sadece Bari’nin keyfine varın.

Bari, uzun ve temiz sahili ve şehir planlamasıyla biraz da bizim İzmir gibi. Bu yüzden yaz mevsiminde gidilmesi tavsiye edilen bir yer burası. Ancak gidilecek en güzel mevsimlerden birinde gittiğimizi iddia edebilirim. Aralık sonunda soğuk İstanbul havasından ortalama 15 dereceye gitmek ve hiç turist olmayan sokaklarda yerlisi gibi gezmek çok keyifliydi. Noel zamanı olduğu için her yer ışıl ışıldı. Hemen her köşede canlı müzik çalanlar, cıvıl cıvıl sokaklar, hamurunda dans etmek olan benim için ideal ortam demekti.

Ben bir bravo aldıysam, bir bravo da her türlü zevklerini inançlarına ve bayramlarına uyarlayabilen ve milli değerlerini sahiplenen İtalyanlara gelsin…. Yüzlerce motordan oluşan ve konvoy halinde geçen şu Noel babalara bakar mısınız?..

Noel Baba demişken, en gözde turistik yerlerden San Nicola Bazilikası, kimsenin sahiplenemediği, adam olsa bacadan değil kapıdan girecek olan meşhur Noel Baba’nın kemiklerine ev sahipliği yapıyor. 4. yüzyılda Antalya Demre’de yaşamış olan Aziz Nikola’nın kemikleri 1087 yılında (ç)alınarak buraya taşınmış ve Katolik ve Ortodokslar için artık bir hac yeri haline gelmiş.

Kemiklerinin olduğu alt kattaki kutsal bölüme indik ama dışarda gördüğümüz düğün töreninin başladığını duyunca koşarak yukarı çıktık ve fotoğrafını çekmeyi atladık haliyle.

Kerevetimize çıkmak için genç çiftin muradlarına ermelerini bekledik ama konuşma fazla uzayınca törenin sonunu bekleyemeden kiliseden çıktık.
Havanın kararması ve karınların da acıkmasıyla artık yavaş yavaş akşam yemeğine geçme vakti gelmişti. Adalet sütunun (Colonna Delle Giustizia) hemen yanındaki  La Locanda di Federico’ya http://www.lalocandadifederico.com/ gittik. İtalya’da her bölgenin her şehrin kendine özel bir makarnası, peyniri, pizzası var. Bu bölgenin meşhur makarnası da Orecchiette denilen, istiridye kabuğuna benzer biraz kalın bir makarna. İyi pişirilmezse biraz diri kaldığı için Türk damak tadına biraz yabancı kalabilir. İyi pişiriliğinde ve aşağıdaki gibi deniz ürünleriyle süslendiğinde pek çok İtalyan makarnası gibi dadından yinmiyor. Hep söylediğim gibi damak tadınız tam bir Türk gibiyse İtalya’da makarnaların mutlaka iyi pişmesini isteyeceksiniz.

Biz yeni lezzetler tatmaya meraklı olduğumuz için genelde her şeyden birer tane söyleyip üçümüz paylaştık. Böylece daha fazla yemeği denemiş olduk. 
 

Bari şimdiye kadar gördüğümüz en ucuz İtalyan şehriydi. Şarap dahil, uzun sayılabilecek bir akşam yemeğine 3 kişi için en fazla 100 euro verdik ki siz daha hesaplı yerler seçerek daha uygun fiyata çıkabilirsiniz. Bari’nin ne kadar ucuz olduğunu aşağıdaki bira ve kokteyl fiyatlarından da anlayabilirsiniz.

İlk gece fazla yorgun olmasak da ertesi güne enerji toplamak için yemekten sonra erkenden otelimize gidip uyuduk.

Ertesi gün, Bari’ye normal trenle 1,5 saat kadar uzaklıktaki Alberobello yolculuğu için heyecanlı ve hazırdık.  Genelde tavsiye edilen araba kiralayıp 45 dk -1 saatte gitmekmiş ama etrafa bakarak geçirdiğimiz tren yolculuğu bize daha keyifli geldi.

Alberobello, İtalya’ya göre sıra dışı mimarisiyle tanınıyor. Bu yörenin tipik kubbeli evlerine trullo deniyor. Gidip gören varsa bizim Urfa – Harran’daki evlerin neredeyse aynısı. Tek fark bizimkinin kerpiçten, burdakilerin taştan yapılmış olması. Urfa gibi önemli bir peygamberler şehrinin Harran’ını neredeyse kimsenin bilmemesi ve gitmemesi ama İtalya’nın Alberobello gibi küçücük bir yerinin bile her yıl binlerce turist çekmesi, hep söylüyorum; önce sahiplenme sonra da tanıtım…
Ben Harran 2 kere gittim. İlki yıllar önce, sonuncusu ise henüz 2 ay önce. Harran fotoğraflarını Göbeklitepe yazımda paylaşmıştım. Aşağıya onlardan bir tanesi koyuyorum.

İlk gezimden göründükleri kadar renkli ve sıcacık insanların göründüğü bir fotoğraf daha paylaşayım; belki orada güzel insanların da olduğunu unutanlara hatırlatmış olur.

Puglia bölgesine gittiğinizde mutlaka ama mutlaka görmeniz gereken bir yer Alberobello.  Biz gittiğimizde hava epey kapalı olsa da, bulutlar masalsı güzelliğini gölgeleyemedi. Masalsı güzellik demişken… 😉

Bu küçücük trullo evler genellikle turistik hediyelik eşyalar satan dükkanlara,

ya da küçük sanat galerilerine dönüştürülmüş. İçlerine de girdik ama ayıp olmasın diye fotoğrafları dışarıdan çektik. Bu konularda da dikkatli olmakta fayda var vesselam.

Öğle yemeği için biraz geç kalmış olsak da açlıktan ölmek üzereyken hemen ilk bulduğumuz yere oturduk ama her zamanki gibi bingo! Gidip gidebileceğimiz en iyi lokantayı bulmuşuz. L’aratro, http://www.ristorantearatro.it/en/ Alberobello’nun romantik atmosferine çok uygun, çok güzel bir restoran çıktı.
İlk bir saat odunlu sandığımız şömine, gazla yananlardanmış ama olsun onun dışında her şey öyle doğal öyle güzeldi ki.
 

Garsonlarda biri nedense beni ünlü bir yıldız sandı ve birlikte fotoğraf çektirmek istedi. Ünlü birisi olmadığımı anlatmaya çalışsam da dinletemedim, istemeye istemeye(!) fotoğraf çektirmek zorunda kaldım.

Bu arada ilk gece sokaklarda gezerken bir İtalyan televizyonundan benimle röportaj yaptılar. İnanmayanlar için, fotoğraf yok ama videosunu çektik. 
 Neyse ki sonradan kameralardan, “arkadaşlar lütfen” diyerek artist kaçışı yaptım da İtalya’daki şöhretime layık olmaya çalıştım.

Şehre döndüğümüzde akşam yemeğini sokaklarda gezerek bulduğumuz La Muraya adlı lokantada yedik.  http://www.ristorantelamuraya.it/  Artık yavaş yavaş unutmaya başladığım İtalyancamla dört tane yerine dörder tane dediğim için gelen 12 tane karidesin fazlasını sorunsuzca geri götürdüler. Ah şimdi olsa da yesek değil mi?.. 😛

Aşağıdaki risotto’nun fotoğrafta böyle süklüm püklüm durduğuna bakmayın. Enfesti.

Sahil kenarı olunca alttaki spagetti gibi hemen her şeyi deniz ürünleriyle yapıyorlar, ay ne de iyi yapıyorlar.

Yemeğin sonundaki tatlıların herbirinin tek tek tadına baktık ama hiçbiri bizim kadar tatlı değillerdiii… :))

Bu tatlı sohbet Bari’deki 2. ve son gecemizde dışarda da devam etsin dedik ama içeri girerken yaz gibi olan hava biz çıkana kadar yerini bir yağmura bırakmıştı ki, değil caddenin sonundaki bara gitmek, yolun karşısına bile geçemeyecek durumdaydık. Bu yüzden koşa koşa ve sırılsıklam ıslanmış bir halde otele döndük. 🙁 Gece gezemedik ama olsun öyle güzel vakit geçirdik ki varsın sosyalleşmemiz eksik kalsındı.
Dönüş günümüz olan ertesi gün sabah biraz daha şehir turu yaptık. Bir şehrin çocuklara ne kadar önem verdiğini görüp İtalyan çocukları adına mutluluk kendi çocuklarımız adına üzüntü duyduk.

Sadece çocukların yaptığı yılbaşı kartlarından oluşan kocaman bir pano yapmışlardı. Ah çocuklar, her yerde o kadar renkli, o kadar güzel ve o kadar neşe dolular ki…

Ve nihayet öğlen son yemeğimizi Dall’Oste De Convivium http://www.foodconvivium.it/ denilen yine tesadüfen girdiğimiz bir yerde yedik. Söylememe gerek yok sanırım değil mi, yine şahane bir yere düştük. Yalnız bu sefer zamanımız çok sınırlı olduğu için fotoğraf çekecek vaktimiz de aklımız da yoktu.

Giderken meraklı ve tedirgin olan yüzlerimiz,

Dönüşte mutlu, karnı tok, sırtı pek, yüzleri gülüyordu.
Yazının başında da belirttiğim gibi, 3 atlı Bari’de çocuklar gibi şendik, 3 atlı o gün selfie tanrılarını yendik.

Döndükten sonra aldığım peynirleri, bresaola’ları, şarapları tüketmek de ayrı bir keyif oldu benim için. Hele o Burrato takma adını kullanan bir lokum peynir vardı ki, kendisiyle Bari seyahatimiz boyunca hemen her öğün yaşadığımız aşk, benimle beraber ilelebet yaşayacak.

You Might Also Like...

2.401 Comments

    Leave a Reply