Lig tarihinde, düşme hattındaki takımların koca bir devre galibiyet alamadıkları olmuştur belki ama büyük takımların bu kadar üst üste galibiyet alamama gibi bir istatistiği olmayacağına güvenip bu kısır döngüyü kıracağımızdan emin olarak umutlu gittim Sivas’a.
Sivas’a daha önce çok kereler gittim. Ya dondurucu soğuğa
ya da yine dondurucu soğuğa denk geldiğimiz için
ne hava ne de skor açısından pek mutlu olduğumuz bir yer değil Sivas.
Yalnız Sivas ellerinde güzel günler de gördü bu gözler.
Açık tribünde bütün maç devam eden yağmur altında şampiyonluğu söktük aldık Sivas’tan.
En sevdiğimiz hocamızın yanındaydık bazen, o şimdi bizim yanımızda olamasa da…
Bu kadar yıldır maçlara gidince acı tatlı pek çok anı da biriktiriyor işte insan çıkınında.
Konu her zamanki gibi dağılmaya teşne, hadi dönelim tekrar.
Sabah 9’da tek uçak olduğu için biraz da uykusuz gittim Sivas’a. Bu sene Sivas’a takımla gitme hevesim vardı ama maç cumartesi olunca cuma günümü veremedim. Bir gün öncesinden gidebilmiş olsaydım ertesi sabah erkenden Divriği’ye gidip 1200’lü yıllardan beri günümüze sapasağlam gelen ancak son yıllarda ciddi tehlike altında olan Divriği Ulu Cami’yi görmek istiyordum.
Seneye mutlaka gideceğim ve muhtemelen tarihi eserlerimize yeteri kadar sahip çıkmadığımız için sayıp söveceğim ama olsun, dünya gözüyle görmek istiyorum dünyanın en eski ve en güzel taş işciliği örneklerinden biri olan Ulu Cami’yi.
Daha önceki gidişlerimde Sivas Cumhuriyet Meydanı’nı gezdiğim için bu sefer bir daha dolaşmadım.
Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı böyle bir yerde, aynı temellerin kökten yakılmak istenmesi ne tuhaf değil mi? Hababam Sınıfı serilerinin unutulmaz yazarı Rıfat Ilgaz’ın, Madımak katliamını duyduktan sonra kalp krizi geçirip 7 Temmuz 1993’te bu dünyadan göçüp gittiğini biliyor muydunuz? Yani o 35 cana +1 daha ekleyin.
Keyifli olması planlanan bir yazıda arka arkaya bu kadar hüzün yeter, hadi biraz ağzımız tadlansın.
Anadolu’da bir şehre gittiğinizde bütün tavsiyeler genelde aynı kapıya çıkar. Sivas’ta da geçen sene gidip çok beğendiğim Mis Kebap, bu sene de eş dosttan gelen tek tavsiye olduğu için tekrar ama seve seve gittim. İçerisi o kadar doluduydu ki, önceden yer ayırtmamış olsak yer bulmamız imkansızdı. Hep söylediğim gibi pire gibi koşturan garsonların güler yüzlü tavırları Anadolu’da görmeye alışkın olduğumuz şeylerden.
Mis Kebap’ta yenen en popüler ve tabi ki en güzel yemek öncelikle döner.
Döner tek kelimeyle nefisti. Yanına bir ömürlük pide koyduklarına bakmayın, ben tıkanmamak için pidelerden hiç yemedim. Arkadan gelen nefis köfteye yer bırakmak gerekiyordu.
Yemek mekanlarıyla ilgili başka bir tüyo daha vermek gerekiyorsa, deplasmana gittiyseniz lig tv ekibini takip edin. Gittiğim hemen hemen her yerde onlarla karşılaşıyorum. Diyorum ya, aklın yolu bir diye…
Gelelim maça;
Sivas’ın hocası Roberto Carlos ve (muhtemelen yakında eski hocamız diyeceğimiz) Roberto Mancini o kadar samimi merhabalaştılar ki, araya birinin girip galibiyet dilemesine bile fırsat vermediler. Gülmeyin, galibiyet şansımız batıl inançlara kaldı çünkü…
Yalnız başına bir dünya starı Roberto Carlos’u getirecek kadar futbola bu kadar önem veren, Süper Ligde şampiyonluk yaşamış bir takımın protokol tribünü manzarası böyle olmamalı. Direklerarası dedikleri bu değildi yahu, yok yok gerçekten değildi.
Eleştiriyorum ama stadlardan, tesislerden öte futbolun öncelikle ruh işi olduğunu bu maçta bir kez daha görmüş olduk. Keşke ruhumuzu kaybettiğimizde ortaya çıkan tablo biz taraftarları olduğu kadar başkalarını da rahatsız etse.
E ama sezon başında bir ah aldık biz, onun için mutluluk haram bu sene bize.
Ben her zamanki gibi fazlasıyla tedbirli geldiğim için tribünde terledim terlemesine ama sahada yeteri kadar terlemeyen takımımız Sivas’a 2- 1 mağlup oldu ve içimiz buz gibi döndük İstanbul’a.
Yalnız iyi ki dönüş yolunda birkaç saat sonra yapacağımız başka bir yolculuğun telaşı sardı içimizi de haftalardır tekrar eden acı dolu bir deplasman dönüşü yaşamamış olduk.
Ertesi gün nereye mi gittik? Azzzz sonrrraaa….. J
2.208 Comments