Bazı maçlar içime doğar;
Kesin galip geleceğiz,
Bugün gol atacağız,
Golleri 2. devre atacağız,
Yemeyeceğiz,
Şu kişi atar vs diye…
Benim içime doğdu mu çoğunlukla tutar.
Hemen her taraftar da yapar bunu.
Karavana attığım da olmuştur elbette ama taraftarın içindeki o ümit kolay kolay bitmez.
Hep ister, hep inanır galip geleceğine.
Keşke top oynayanlar da her defasında inansalar bizim gibi, bazen imkansız gibi görünen galibiyetlere…
Konya, ligde iddiası olmayan, düşme tehlikesi de yaşamayan bir takım. Yani yenip kötü gidişe dur demek ve tekrar toparlanmak için şahane bir fırsat ama bu ancak kazanmak isteyen bir takım için söz konusu olabilirdi. Öyle görünüyor ki kazanmayı, Şampiyon olmayı, 2. olmayı bile kimse yeteri kadar ciddiye almıyor.
Futbolcu kontratlarına gol atarsa bu kadar prim, galip gelinirse şu kadar, kadroya girerse maşallah koçum, Şampiyon olunursa kulübün tapusunu verelim gibi maddeler yazılıyor ya (bizde genelde Şampiyon olununca hoca gönderiliyor ama neyse), bence elindeki şampiyonluğu, şike yaptığı UEFA tarafından tescillendiği için Avrupa’ya gidemeyen ezeli rakibine hediye etmeye, ikinciliği, feda t-shirtleri bastırıp maddi imkansızlıklara rağmen mücadelesini veren diğer rakibe kaptırmaya da ceza maddesi koymak lazım.
Üstteki resim Konya’nın ligde olduğu son sezon, 2010 – 2011 sezonundan. Sadece 3 sene öncesindeki takımdan şu anda sadece 2 futbolcu var. Bir önceki paragrafta anlatmaya çalıştıklarımın bir sebebi de bu bitmez tükenmez değişiklikler işte. Rotasyon Forever!
Mevlana, “Ne olursan ol gel” dedi geldik Konya’ya. Chelsea’ya elensen de gel, evinde lig sonuncusu Kayseri’ye kaybetsen de gel dedi. Biz geldik de sen neredesin ey Galatasaray, ey Galatasaray ruhu?.. Tamam, son haftalarda sonuçlar kötü ama yeter hadi, bi silkin, bi kendine gel, sen koskoca Galatasaray’sın. Ligde yenmen gereken en azından mücadele etmen gereken bir maçta bu kadar umursamaz olma. Belki Chelsea’ye göre daha iyi oynadık ama üzerindeki sarı – kırmızı formalar olmasa tanıyamayacağımız kadar ruhsuz olma, olmaya hakkın yok. Hele ki en az para alan futbolcu 2 milyon, eski parayla 2 trilyon para kazanıyor ve kuruş vergi vermiyorken…
Okuyucu, sen, ben kazandığımız her kuruşu devlete beyan etmek zorundayken, maaşımızdan düzenli her ay dünyanın vergisi kesiliyorken Türkiye’de oynayan futbolcular tek kuruş vergi ödemiyorlar. Neden? Bilmiyorum ve bunu anlamak da mümkün değil.
Neyse, ağzımızın tadı kaçtı biraz Konya lezzetlerinden bahsedeyim ben.
Uçaktan iner inmez taksiyle en fazla 15 dakika süren bir yolculukla Havzan isimli Konya’nın meşhur etli ekmekçisine gittim. http://www.havzanetliekmek.com.tr/
Konyalı bir arkadaşımın tavsiye ettiği bu yerin tıklım tıklım olmasından anladım zaten iyi bir yer olduğunu.
Garsonların da yardımcı olması ve yönlendirmesiyle önden bamya çorbası içtim.
Zaten bu aralar bamya turşusuna feci takmış durumdayım. Bi otursam 1 kilo yiyebilirim. Yemeği pek sevilmez ama turşusunu beğenmeyecek kimse olmayacağına eminim.
Çorba da bamya çorbası olunca hiç itiraz etmeden kabul ettim. Hiç burun kıvırmayın, tadı nefisti. Fakat asıl lezzet arkadan gelen etli ekmekti.
Yarısı klasik etli ekmekti. Bu bildiğimiz lahmacuna çok benzeyen ama ekmeği daha ince ve daha lezzetli hem de çok hafif bir pide. Diğer yarısı da ki gönlümün diğer yarısının şu anda takılı kaldığı “bıçakarası” denilen ve küçük et parçalarından oluşan gerçek etli ekmekti. Bu devasa pideyi ben nasıl yerim ki diye düşünürken çok kısa sürede geride tek bir kırıntı bile kalmadan ve zerre pişmanlık duymadan bitirdim.
Hamurunun inceliği ve özellikle odun ateşinde yapılması pideye lezzeti veren en önemli unsurdu sanırım. Garsonların bilgilendirmesinden ve kibar ilgi alakasından çok memnun kaldım. Hep söylüyorum Anadolu insanı esnaflığı hatta insanlığı daha iyi biliyor diye…
Yalnız sokaklardaki insanlar için yani maça gelen insanlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zaten küçük olan stadda devre arasında nefes alınacak ve buz gibi havada biraz ısınılanacak küçücük bir kapalı alanı vardı ve orda bile fosur fosur sigara içiyorlardı. Beni tanıyanlar bilir; sigarayla ve düşüncesizce sigara içenlerle ciddi sorunlarım vardır. Sigara içmeyen insanlara karşı bu kadar bencil olunmasını anlamıyorum.
Cola içenlerin içmeyenlere göre %60 daha fazla şiddet eğilimi taşıdıklarını okumuştum bir ankette, sanırım sigaranın içine koydukları binlerce zehirli madde yanında bencillik otu diye de bir şey var. Yoksa böyle davranmaları başka türlü açıklanamaz, öyle değil mi?
Gelelim maça, gündüz 15 derece olan hava maç saati 3 dereceye kadar düşünce ne kadar hazırlıklı olsak da donduk tabi. Gönül verdiğimiz takımımız da sahada uzun uzun destan yazmak yerine 140 karakter tweet atınca koltuklarımızı da iyice donakaldık haliyle… Sahi, twitter’ı destekledik diye ceza almamız ne kadar saçma değil mi?
Konya’nın stadı o kadar küçük ki… Yeni stadları yapılıyormuş ama futbolun bu kadar önemli olduğu bazı Anadolu takımlarının stad işlerini niye bu kadar geciktirdiklerini anlamıyorum. Spor, tesis olmadan olmuyor işte. Bakınız Avrupa’nın küçük – büyük takımlarının tesislerine ve stadlarına…
Sonuç olarak yukarıda yazdığım gibi sahada hayalet gibi dolaştığımız bir maçı daha 0 – 0 kaybettik. Evet, bu saatten sonra alınan her 0 – 0 sonuç, her türlü beraberlik kaybetmek demektir.
Bir deplasmanda daha Hanya’yı Gonya’yı gördük yani. Evet, o sözün aslı da “Anyayı Konya’yı” değil, “Hanya’yı Gonya’yı gördük”tür. Atasözünün aslı, Girit’in en büyük şehirlerininden Hanya ve Gonya’dan gelmektedir. Dilimize Hanya ve Konya olarak geçmiştir ve en azından içinde Konya olduğu için ben bu halini tercih ediyorum.
Hadi yine iyisin sevgili okuyucu, maçtan bizim gibi sen de bişey anlamadın ama yanlış bilinen bir şeyin daha doğrusunu öğrendin. J
2.145 Comments