Kocamustafapaşa’daki mitingine gitmek için yola çıkan Büyük Şehir Belediye Başkan Adayı Sarıgül’e bir el sallamak için bekleyenler yüzünden neredeyse uçağı kaçırıyordum. Zaten 1 gün önceden check-in yaptığım ve bagajım da olmadığı için uçuşa 40 dakika filan kala giderim alana. Bu sefer de günlerden Pazar olmasının da rahatlığıyla yine ucu ucuna çıktım yola ama demokrasi yolunda şehit olamasam da geç kalıyordum neredeyse.
Neyse ki son anda yetiştim uçağa. Sabah kahvaltısı da yapmadığım için alanda birşeyler yeme umudum da suya düştü ama olsun Antep’e gidiyordum. Orada yiyeceğim yemeklerin hayaliyle zaten 2 gündür doğru düzgün yemek de yememiş olan midem 2 saat daha beklerdi.
Ben ne kadar şanslı bir insanım ki her yolculukta yanıma aynı kişi oturuyor. Hani daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim ya; öksüren, tıksıran, yemek yerken ağzını şapırdatan, burnunu eliyle silen, ağzındaki yemeği çatal ve peçete yoluyla değil, direkt tabağa boşaltan… Hele en sevdiğim; kürdanla alenen dişlerini karıştıran ve yazıyla nasıl anlatılır bilmiyorum ama dişinde kalanları diliyle çıkartmaya çalışırken o enfes sesleri çıkartan kişi.
Telefondaki candy crush oyununun yeni seviyesi yüklenmemiş. Bulmaca yok. Yemek yemekten okumaya fırsat bulamam düşüncesiyle yanıma kitap da almamışım. Allahtan arkamdaki yolcu beyin jimnastiği krizimi görüp bana acıdı da gazetesinin bulmacasını verdi. Ben de yandakine sarmaktan bi süreliğine de olsa kurtuldum ve yine hayallere daldım. Bekle beni kebap, bekle beni lahmacun, bekle beni katmeeeeerrr….
Antep’te havaalanı ve şehir merkezi biraz uzaktır. Şehir merkezi’ne gitmek için Havaş’a bindim. Merkezde inip taksiyle Metro Market’e gittim. Evet bildiniz, gelmişken eve biraz toptan alışveriş yapayım dedim. J
Önceki Antep yazımda da bahsettiğim gibi http://www.sibelakin.com.tr/?p=464
Antep’in en meşhur kebapçılarından Halil Usta’nın asıl yeri pazar günleri kapalı olduğundan oğlunun yeni açtığı dükkanına gittim. Dükkan da Metro Market’in hemen yanı başında. Sadece 1 adet Metro olduğundan taksicilerin hepsi biliyor.
Halil Usta da ordaymış, hatta televizyoncularla röportaj yapmış ama benden 5 dakika önce ayrılmış. Gitmişken bi elini öpemedik, artık bi dahakine…
Girişi Avrat salatası olarak da adlandırılan meşhur sulu salatalarıyla yaptım. Zaten bu salata siz söylemeseniz de masanıza hemen geliyor.
Ve ardından da karışık bi ızgara tabağı. Ben ömr-ü hayatımda öyle bir küşleme ne yedim ne duydum arkadaş! Bu, lokum olmadığını zar zor ayırt ettiğim şey etse, biz İstanbul’da ne yiyoruz? Tek kelimeyle ba – yıl – dım!
Küşneme henüz mideme inmeden, canım kaç gündür aynı zamanda lahmacun da çektiğinden yine şehrin başka bir ucuna, en bilinen kebapçısı İmam Çağdaş’a gittim. Buranın lahmacunu çok güzel ve başka bir yeri deneme riskine girmek istemedim. Yalnız kapıdan içeri girince buraya gelmeyi niye bıraktığımı çarçabuk hatırladım. O kadar kalabalık ki, iğne atsanız yere düşmez. Ortada bir sürü garson oradan oraya koşturuyor, sorularınızı duymuyor bile. Ben zaten uzun kalmayı düşünmüyordum, o yüzden 1 tane lahmacun alıp gitmeye karar verdim. Keşke bu kadarla kalsaymışım. Karşısındaki bakırcılar çarşısını gezerken bir çırpıda bitirdiğim lahmacunun dişimin kavuğuna bile girmediğine karar verip bir tane daha almak için tekrar döndüm. Biraz önce 2 dakikada aldığım tek bir lahmacun için 15 dakika bekledim. Bu sırada herkeste bir hava bir hava, sanırsınız acısız aşkın formülünü bulup getirecekler de onun için bekletiyorlar.
Gerçi hoşuma da gitmiyor değil, Anadolu’da bir yemekçinin kapısında kuyruklar olması, yok satması ama biz Anadolu’yu güleryüzüyle, iyi esnaflığıyla seviyoruz ya, o yüzden bu İstanbul’a has, şımarık tavırları, özellikle de böyle sevdiğim yerlerde görünce hiç mi hiç hoşlanmıyorum.
Bu sırada beklerken yarım kilo baklava aldım. İstanbul’un meşhur etçilerinde havuç dilim diye satılan ve annemin içinde gerçekten havuç olduğunu sandığı ve kimseye söylemeyelim diye sıkı sıkı tembih ettiği tatlı. (Özür dilerim anne, sırrını 57 milyonla paylaştığım için. Hı-hı bloğumu, Tükiye’de okuma yazma bilen 57 milyon kişinin hepsi okuyor. )
Burdan sonraki durağım neredeyse rüyalarıma giren katmerin en iyi adresi olarak gösterilen Orkide Pastanesi. https://www.orkidepastanesi.com/
Böylece yemekten daha çok parayı taksiye verebilmek için 15 dakikalık bir yolculuk daha yapıyorum. Gerçi taksi şoförünün baskıya varan, katmer ya sabah ya da aç karna yenir ısrarına rağmen onca tok karnımın üstüne söylüyorum 1 porsiyon katmeri.
Böylece Gaziantep’teki katmer porsiyonlarının ebatlarını bilmediğim de ortaya çıkıyor. Ben ölsem bu tabağı bitiremem. Yine de bi kuvvet girişiyorum rüyalarımın yeşil atlı prensi katmere. Alnımdaki boncuk boncuk terlere inat yemeye çalışıyorum ama nafile, ancak yarısını bitirebiliyorum nefis katmerimin. Gerisini ve 1 katmeri daha, İstanbul’a getirmek üzere paket yaptırıyorum. Pastanedekiler İstanbul’da nasıl ısıtıp yiyeceğim konusunda önceden hazırladıkları talimatnameyi yanıma veriyorlar.
Yazıyı yazmak için niye bu kadar bekledin derseniz işte bu yediklerimi ancak sindirdim sevgili okuyucu. Midem ancak kendine geldi. Zaten gitmeden de midem kötüydü, orada doruk yaptı ama vallahi de değdi, billahi de değdi.
Katmer’den sonra oraya çok yakın olan ve bana göre en iyi tatlıcısı Koçak’tan da http://www.kocakbaklava.com.tr/ baklava alacaktım ama ordan oraya koşturmaktan zamanın nasıl geçtiğini farketmemişim. Saate baktığımda maçın başlamasına yarım saat kaldığı için oradan direkt stada geçtim.
Şimdi gelelim sıkıcı maça;
Takımımız hafta içindeki kupa maçında sakatlanan ve sezonu kapattığı kesinleşen futbolcumuz Aydın’a
destek pankartıyla sahaya çıktı. Ben çekene kadar indirdiler ama “Yanındayız Aydın Yılmaz” yazıyordu.
Gaziantep’e gitmeden hava durumu şehirde yağmur veriyordu ama bütün gün tek damla yağmur yağmadı, ta ki yerlerimize oturup maçın başlama düdüğü çalana kadar. Maç bitene kadar da hiç durmadı.
Benim de maşallah dediğim 3 gün yaşamıyor. Maçtan önce sahaları ne kadar güzelmiş dedim. Aşırı yağmurun da etkisiyle saha futbol oynamaya son derece elverişsiz bir hale geldi. Bundan sonraki açıklamaları yapmasam keşke. Belki saha kötüydü de ondan yenildik diye bi sallama yapardım ama okuyucu yemez diye vazgeçtim.
Yemezdiniz değil mi? J
Sergen Yalçın’ın teknik direktörlüğe gelmesiyle iyi bir çıkışa geçen Gaziantep, yıllar sonra ilk kez bizi bu kadar zorluyordu. Gerçi biz o kadar kötüydük ki, bu da rakibimizin olduğundan daha iyi görünmesine vesile oldu. Zaten neredeyse bu sezonki en kötü futbolumuzu oynayınca kazanmamız da mümkün olmadı haliyle. Keşke biz maçın başından sonuna kadar yağan yağmurda ıslanırken, futbolcularımız da sahada formalarını yağmurdan değil terden ıslatmış olsalardı ama olmadı. Geçen sene şampiyonluğu neredeyse ilan ettiğimiz Antep’ten bu sefer 1 puana razı ve umudumuzu oldukça yitirmiş olarak döndük.
Maçtan sonra, özellikle bu maçtaki performansıyla doruk yapan Eboue, Amrabat ve Dany gitmeli diye düşünüyordum ki hafta içi ikisinin gideceği kesinleşti. Diyorum ya dilime düşen yandı diye…
Maçın adamı hiç şüphesiz Melo’ydu. İsteyince çok iyi oynayan, futboluyla kendine hayran bırakan Melo, Gaziantep’te de kendine hayranlar hem de yetenekli hayranlar edinmiş olacak ki, ona verilmek üzere bu güzel portresini hediye etmişlerdi.
Dönüşte uçakta, (bunca güzel yemeğe rağmen) herşey tamam da bu seyahatin bir kırılma noktası, enteresan olayı henüz olmadı, ne yazacağım yazımda filan diye düşünürken beklediğim olay 5 – 6 sıra arkamda cereyan etti. Ablamın çok yakın arkadaşı olan ve daha 30 saniye önce yanımdan ayrılan kabin amiri, koridorda boylu boyunca bayıldı. Hem de futbolcuların olduğu girilmez bölgenin sınırları içinde. Pelin’in yanına koşmasam olmazdı elbette. Hele ki uçuştan önce ablamla konuşmuş ve bayılana kadar benimle ilgilendiği için müteşekkir olduğum için daha da üzüldüm. Şimdi burdan adamı bayıltırım mesajı çıkmasın ama diyorum ya maşallah dediğim…
Pelin, o sırada tesadüfen yanında olan Semih’ten yardım istemeye çalışırken bayılmış. Bayılırken de kaleci Aykut’un kolları sayesinde başını koltuklara çarpmaktan kurtulmuştu. Takımın doktorunun anında müdahalesiyle zor da olsa ayıldı. Hemen bir koltuğa yatırtılıp kendine gelmesi için uğraşıldı. Ancak biraz kendine geldiğinde yanına gidip elini tutabildim.
Takımın beraberlikten dolayı bozuk olan havası baygın kıza yardım etme telaşesiyle biraz da olsa dağıldı. İnanın her biri tek tek gelip nasıl olduğunu sordu, ilgilendi. Kendine gelmesini sağlamak, yüzünü güldürmek için neler yaptılar. Burada kabin amiri Pelin’in futbolculardan yaşça oldukça büyük olduğu açıklamasını da yapayım ki aklınıza başka şeyler gelmesin. Sneijder yanına gelip biraz önce istediği suyun gelmemesi yüzünden başına bunların geldiğini söyledi gülerek. Aykut, hayat kurtardım ama büyük küçük herkes kendini kollarıma bırakır diye açıklama yapıyordu arkadaşlarına. En komiği de Drogba bir ara kızın ayakkabısını telefon gibi kulağına dayayıp kızın ailesine sağlık raporu verir gibi yapıyordu. Kendi yastıklarını kızın başının altına koydu. O sadece sahada değil işte, her yerde Baba!…
Bu sefer Antep deplasmanından karnım dolu ama moralim bozuk ve ağzımda bir türkü mırıldanarak dönüyorum;
Ben sana yandım Cim Bom
Bayrağı allı Cim Bom
Gaziantep yolunda
Bayılttın beni Cim Bom
1.989 Comments