Bir uçak yolculuğunda canınızı en çok ne sıkabilir? Ya da şöyle soralım; herhangi bir yolculukta en kıl olduğunuz şeyler nelerdir?
-Yanınızdaki adamın sürekli kıpraşması, elini kolunu gerdirip şekilden şekile girmesi. Bu gerilmeler esnasında tek gözüyle çaktırmadan sizi süzüp bir yerden söze girmeye çalışması,
– Bir diğerinin -ki bu bende aynı kişiydi, kulağında bir mühendis edasıyla sondaj çalışmaları yapması ve ortaya çıkan ürününe büyük bir gururla bakıp koltuğun kenarına sürmek suretiyle onunla isteksizce vedalaşması,
– Öndeki, yandaki, 2 sıra arkadaki herkesin senkronize şekilde başlayıp burnunu sümkürmesi ama öyle kibarca filan değil, direkt Alman stlya,
– Yandaki kadının, eğeden hallice törpüsüyle gıyk gıyk tırnaklarını törpülemesi…
Benim aklıma gelmeyen ama sizin aklınıza gelen bilimum iğrenç şey ne varsa bu yolculukta hepsi başıma geldi. Ancak bunca iğrençliğin iştahımı keseceğine olan inancım, Kayseri’ye adım attığım ve pastırmayla göz göz geldiğim ilk anda kendiliğinden uçup gitti.
Havaalanından direkt takımın kaldığı Novotel’e gittim. Kayseri’de her zaman kadığımız Cumhuriyet Meydanı’ndaki Hilton Otel yerine, biraz daha sakin bir bölgede olan Novotel’de kalıyordu kafile bu sefer. Otelden maç biletimi alıp hemen çarşıya gittim. Her yıl gittiğim ve önceki yazımda da bahsettiğim Kadınlar Çarşısı’ndaki dayı-yeğen pastırmacısına gittim.
Hatırlamak isteyenler için; http://dayiyegen.com.tr/giris.asp
Ben sürekli gittiğim ve pastırmamı da arkadaki dolaplardan, en iyi ürün olduğunu tahmin ettiğim zulalardan aldığım için pek keyifli oluyorum alışveriş sırasında. O incecik dilimleri hala elle keserken ikram etmeleri üzerine dayanamıyorum ve 1 – 2 dilim mutlaka atıyorum ağzıma. İlk kez bu sefer farkettim ki, o dilimleri de hesaplayıp parasını alıyorlar. Kayserilinin uyanıklığını bilirdim ama ilk kez bu kadar kani oldum “Kayserili esnaf” gerçeğine…
Kayseri’ye yıllardır gitmeme rağmen etraftaki tarihi yerleri iyice bi gezme şansım olmamıştı. Nihayet Cumhuriyet Meydanı’nın başka bir köşesinde bulunan 1238 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın eşi Mahperi (Hunat) Hatun tarafından yaptırılan külliyeyi gezdim.
Selçuklu Taş işçiliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği bu yapının sapasağlam ayakta olması büyük şans. Aslında Hunat Hatun Camii, hamam, medrese ve külliyeden oluşan büyük bir yapı ama ben anca Külliye’yi gezebildim.
Hunat Hatun Külliyesi diye anılan bu yapı en son 1995 yılında restore edilmiş ve o günden beri hediyelik eşya çarşısı gibi kullanılıyormuş. Şu anki sanat işliği halini alması daha birkaç ay öncesine dayanıyor.
Külliyenin küçücük odalarının her biri unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının öğretildiği, sergilendiği, satıldığı yerler haline gelmiş. Modern tabirle bir work shop, bir atelye olmuş yani…
İlk girdiğim ney atölyesindeki neyzen abiye, resim çekmem için çalar gibi yapar mısınız dedim. Sağolsun çalar gibi yapmak yerine çaldı.
Toplasanız o 1 dakikalık ney dinletisinde fotoğraf makinesini, torbaları, çantamı bir yana bırakıp oturup hüngür hüngür ağlacaktım inanın. Bir enstrüman insanı bu kadar etkiler mi?..
Müzik ruhun gıdası değil, burada pastırması pastırması…
Ebru Atölyeleri,
Tespih atölyesi,
Hat atölyesi,
görülmeye değerdi. Uzun bir süre ticarethane olarak kullanılsa da şu anda bu kadar hoş bir faaliyet merkezine dönüşen bu güzel yapı için Hunat Hatun’a şükranlarımızı sunmadan ordan ayrılmak olmazdı elbette.
Şehirdeki kısa ama güzel yolculuğumu bitirip tekrar otele döndüm. Şimdi sıra Novotel’in meşhur mantısını yemeye geldi. Karnım çok açken gözüm döndüğü için diğerlerine göre daha büyük parçalı ama daha az sulu olan çıtır mantının resmini çekme şansım olmadı. Tıka basa yediğim bu yemekten sonra tamamen açgözlülükten 1 saat sonra bir de normal mantı yedim. Bu sefer tok olduğum için resim çekmek aklıma geldi de şu anda ağzınız sulanarak baktığınız bu nefis mantının resmini çektim.
Sıra geldi maça…
Kayseri’ye çoğunlukla güzel havalarda gidiyoruz ama Kayseri soğuk bir şehir. Yalnız dikkat edin, güzel havalarda oynuyoruz demedim, güzel havalarda gidiyoruz dedim. Çünkü gündüz gidişte ne kadar güzel olursa olsun, maç saati o güzelim stad buz kesiyor. Geçen sezonki yazımı hatırlayanlar, Kayseri’nin karını, soğuğunu hatırlayacaktır.
Ben hava durumuna bakmadan yola çıkmadığım için gündüzki güneşli güne kanmadım elbette. Gündüz 17 derece olan sıcaklığın maç saatinde 2 dereceye kadar düşeceğini bildiğimden, yedek kazaktan kaşkola, dizelerime örteceğim şala kadar yanımda götürmüştüm. Bu yüzden deplasmanda özellikle de soğuk havalarda yanımda oturanlar hep şanslıdır. Yanımda olan hep şanslıdır da, şimdi konumuz bu değil. J
Büyüklere her zaman kafa tutan Kayseri, ligin dibine demir atmış, yönetim sorunları yaşıyor ve taraftarı tarafından protesto ediliyormuş. Kayseri taraftarı hiç alınmasın ama çoğu iyi gün taraftarıymış demek ki. Tezahüratta iyi günde kötü günde diye bağırmakla olmuyor. Kötü günde gerçekten de takımının yanında olacaksın. Futbolcular, yöneticiler, başarılar gelip geçiyor; bize kalan sadece renk aşkı oluyor. O yüzden tribünlerin boş kalmasını hiç anlamıyorum, kimse kusura bakmasın.
Hava atmak gibi olmasın ama bakın bizim taraftara; sıkışsa da koca stadda bir köşeye, bas bas bağırıp nasıl destekliyor takımını…
Son yılların en düşük formunda yakaladığımız Kayseri karşısında oldukça ofansif bir takımla çıktık sahaya.
Hızlı başladığımız maç biraz zora girdi ve ilk yarının sonunda 45 saniye içinde yediğimiz 2 golle, devreyi 2 – 2 berabere kapattık. Eyvah ne oluyor derken en baba Drogba ve sonrasında suskun kral Burak devreye girdi de maçı 4 – 2 almasını bildik.
Maçta çok gol olunca biletimde imza atacak yer kalmadı ama olsun. Hepsi birbirinden kıymetli imzalar bilet koleksiyonumda yerini aldılar.
Dönüşte havaalanı her zamanki gibi izdiham yeriydi. Havalalanında her türlü görüntüye alışkınız da ilk kez bir gelin gördük alanda ve bu fırsatı kaçırmadan hatıra fotoğrafı çektirdik. J
Emanuel Ebue, nam-ı diğer Manu, her zamanki gibi muziplikler yapıyordu alanda. Elimde kocaman pastırma poşetini görünce oo içinde ne var filan dedi. Ben de geleneksel Türk misafirperverliğiyle bir paketini kendisine ikram ettim. Paketlerin hepsi aynı kalıptan olduğu için iyiydi ama o mekik şeklindeki koca parçanın ortasındaki en iyi yerinden olana bir işaret koydurmuştum. Bilin bakalım Ebue’ye hangisini vermişim. 🙁 Eve geldiğimde bunu farkedince içim biraz ezildi ama ertesi gün Ebue’nin hastalandığını duyunca üzülsem mi, sevinsem mi, vizdan azabı mı çeksem bilemedim.
Renkdaşımız Kayseri’de doğru düzgün sarı kırmızı bir kare çekemedim diye üzülürken imdada Türk Hava Yolları yetişti sağolsun.
1 günlük Kayseri deplasmanından çok ihtiyacımız olan 3 puanla döndük. Midemdeki nefis lezzetlerin yanında aklımda şu güzel fotoğraflar kaldı.
Çocuklar Fenerbahçeliymiş. Galatasaray maçı için İstanbul’dan geldiğimi söyleyince, bütün İstanbul’u tanıdığımı tahmin ettiler ve benden bir ricada bulundular.
Ben de buradan yerine getiriyorum; Fenerbahçe’ye selam olsun!
2.247 Comments