Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final karşılaşması için Madrid’e giderken acaba bu seyahatte bloguma yazacak ilginç birşey olur mu diye düşünmüştüm. Bir daha böyle söylersem, hiç çekinmeden iyice gerinerek vurun elinizin tersiyle ağzıma, vurun vurun. Ben “aa ağfıma nofoldu afaba” derken siz de sakin ama işini iyi yapmış olmanın gönül rahatlığıyla uzaklaşın yanımdan. Bu da bana ders olsun ki bir daha deplasmanlarda macera aramayayım.
Hem maç hem de turistik vesileyle daha önce birkaç kere gittiğim bir şehir olduğu için Real Madrid’le oynamak dışında Madrid’in beni heyacanlandıracak bir yanı yoktu. Sadece her zaman olduğu gibi bütün yeme içme listesi elimde, hazırlığımı yapmış, özlediğim İspanyol yemeklerine kavuşmak için sabırsızlanmaya başlamıştım.
Bu sefer takım uçağı küçük olduğu ve talep de çok olduğu için biz ayrı büyük bir uçakla gittik Madrid’e. Takımdan ayrı gitmenin eğlencesi ayrı oluyor. Takım varken “dinleniyorlar, rahatsız etmeyin” gerekçesiyle çok fazla bağırıp çağıramıyoruz. Halbuki, 1 uçak dolusu insan takımını hem de Real Madrid’e rakip olmuş takımını desteklemeye giderken bağırmaz mı? Bu sefer yol boyunca tezahüratın kralını yaptık. Aslında videoya çektim ama böyle yolculuklarda kim haberli kim gizli geliyor belli olmadığından paylaşmamak en iyisi olur diye düşündüm. Konusu gelmişken söylemeden edemeyeceğim, şu parası olan ve parasını konuşmaktan hayli zevk alan züppe abileri, amcaları ne yapacağız? Parayla imanın kimde olduğu belliymiş gibi.. Neyse maç zevkli konu, hiç buralara girmeyelim şimdi.
11 uçağıyla yola çıkmamıza rağmen, 4 saatlik yol, pasaport ve saat farkıyla Madrid’de otele varmamız ancak akşamüstü 16.00’da olabildi. Bu sefer Intercontinetal Oteli’nde kaldık. http://www.ihg.com/intercontinental/hotels/gb/en/madrid/mddha/hoteldetail
Merkeze yürüme mesafesi olmasa da yakın denecek güzel bir oteldi.
Yalnız geçen sefer kaldığımız Westin Palace Otel http://www.westinpalacemadrid.com/en oteli hem daha merkezi hem de daha güzel bir oteldi. Her iki otel de mimari olarak birbirine çok benziyordu. O yüzden de bi kayıp yok diyebilirim. Zaten Avrupa’da özellikle şehir merkezleri hiç bozulmadan korunduğu için tarihi dokularını aynen devam ettiriyorlar. Bu sözümü de neredeyse her Avrupa yazımda tekrarladığımı farketmişsinizdir sanırım. Yalnız Madrid son derece turistik bir şehir olmasına rağmen çok az ingilizce konuşulduğunu da belirtmeliyim.
Neyse, bir an önce yemeğe gelelim de ağzımız şenlensin.
Madrid’de İspanyolların geleneksel yemeği “tapas” yenir.
Tapas yemek için turistik olmayan ve tavsiye edebileceğim caddeler, merkeze de yakın olması vesilesiyle Huertas ve Calle De Jesus caddeleri. Sıra sıra pek çok lokanta var. Yaya olarak dolaşın ve hangisi içinize sinerse girip oturun. Buradaki lokantalar arasında öyle bizdeki kadar büyük farklılıklar yok. Biz “Taberna Maceiras”a gittik ve çok güzel yemekler yedik. http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g187514-d1575133-Reviews-Taberna_Maceira-Madrid.html
Daha havalı bir restaurant isteyenler için Madrid sosyetesinin uğrak yeri olan Casa Lucio’yu önerebilirim. http://www.casalucio.es/en/ho/home.html
Yemekten sonra yol yorgunluğunun da etkisiyle otele gelip erkenden yattım. Erken yatmak istemeyenler için Fortuny gece kulübü tavsiye edilen yerler arasındaydı.
Ertesi gün sokaklarda gezer, maç öncesi havaya girerim diye düşünüyordum ama kapalı ve yağmurlu bir Madrid sabahına uyanınca bu hevesim kursağımda kaldı. Yine de sıkı giyinip çıktım dışarı. Biraz alışveriş biraz da fotoğraf çekme bahanesiyle dolandım sokaklarda.
Alışveriş için en büyük ve yerel mağazası olan El Corte İngles’i tavsiye edebilirim. http://www.elcorteingles.es/
Bu arada tax free (vergi iadesi) almasıyla ilgili de bir bilgi vereyim. Avrupa’da hemen her ülkede tax free evraklarını, valizleri vermeden check-in yapıp pasaporttan geçmeden onaylatıyorsunuz ve uçağa binmeden iade alıyorsunuz. Burada evraklarınızı pasaporttan geçtikten sonra da onaylatabiliyorsunuz.
Sokaklara dönelim, burası en meşhur “Sol Meydanı” Galatasaraylı taraftarlar çoğunlukla bu meydanda toplandılar, eğleştiler.
Burası da “Plaza Mayor” denilen bir diğer büyük meydan. Burası da sarı – kırmızı renginden fazlasıyla nasibini almıştı.
Saat 15.00’i bulunca acıktım ve hemen her zaman yaptığım gibi tamamen içgüdülerime güvenerek bir restaurant’a girdim.
Daha önce hiç yanılmadığım gibi bu sefer de turnayı gözünden vurmuştum. (Bu arada, bu atasözleri yüzünden avcı olmuş topluma sesleniyorum; sırf zevk için lütfen hayvanları avlamayın. Sosyal mesaj da verildi, devam.) Casa Alberto, http://www.casaalberto.es/ hiç turistik olmayan son derece sıcak bir atmosferi olan tipik bir İspanyol lokantası çıktı.
Tapas yerine normal başlangıç yemeğimi,
ve ana yemeğimi yedim; (salyangoz o kadar da kötü bir yemek değil, denemenizi tavsiye ederim.)
tatlımı söyledim.
Kahvemi içerken hesabı istedim. Aaaaa o da ne! Cüzdan yok yerinde! Çantamda caanım cizdanımın yerinde yeller esiyor ve ben yüzüme çarpan bu havanın etkisiyle neredeyse ağlayacağım. Ben cüzdanı çalındı numarası yapan bedavacılar gibi hissediyorum kendimi ama tepkim o kadar doğal ki restaurant’dakiler de acıyorlar bana ve hiç sorun değil deyip beni sakinleştirmeye çalışıyorlar.
Kredi kartlarım, ehliyetim, paralarım, kombine kartım ve en fenası da maç biletim cüzdandaydı. Onca ah vah etmemin arasında onlardan en yakın polis merkezinin adresini aldım ve parayı göndereceğimi söyleyerek oradan çıktım. Polis Merkezi’ne yürüyene kadar yağmurdan sucuk gibi oldum mu bir de üstüne? Polisler o kadar alışmışlar ki hırsızlığa, hiç de oralı olmadan standart bir form doldurttular ve bulursak sizi ararız deyip beni yolladılar.
Otele gidecek bile taksi param yoktu ama allahtan telefonum yanımdaydı da tur şirketinin yetkilisini arayarak durumu bildirdim ve otele gidince ondan hem borç para hem de yeni maç bileti aldım.
Bu moral bozukluğuyla maça hazırlandım ama bir yandan da bu kadar aksilik oluyorsa akşama güzel bir hayıra vesile olacak diye de aklımdan geçiriyorum.
İhtişamlı Barnebau’nun etrafı maçtan önce olaysızdı. Real’li ve Galatasaraylı taraftarlar birlikte takılıyorladı yurdum rakip taraftarlarının aksine.
Barnebau, şahane bir stad. Ah bir de önümüze koydukları şu file olmasaydı izlemesi daha zevkli olacaktı.
Real Madrid’i yenmenin imkansızlığı aleni olsa da güzel bir futbol oynayıp, en kötü 2 – 1 gibi bir skorla yenilip İstanbul’a avantajlı dönmenin umudu hepimizin içimizde vardı. Gerçi istanbul’daki skora bakınca hiçbirimizin Real’i eleyebileceğimize yeteri kadar inanmadığımız ortaya çıktı.
Maç öncesi ve sonrası polisle, özellikle atlı polislerle ufak tefek olaylar yaşanmadı değil. Polis, her yerde polis işte, fazla söze gerek yok…
Maç sırasında stres olduk haliyle ama maçtan sonra polis de dışarıya çıkarmadığı için kendi aramızda tezahüratlar yaptık. Bunlardan en güzeli sonradan tribünlere pelesenk olan;
Selçuk İnan Sneijder’ıyla
İleride Burak Yılmaz’la
Sağ tarafta Altıntop’la
Öpsün sizi Didier Drogba (öpsün olmadığını söylememe gerek yok herhalde)
Maça İzmir marşıyla gidip Mehter marşıyla dönmüştük anlayacağınız. Şarkılar türküler söylesek de 3 – 0 yenildiğimiz maçtan sonra cüzdandan da moralim bozuk olduğu için doğruca otel gidip maçın özetine baktım. Biri zor olsa da 2 tane net penaltımızın verilmediğini görüp daha da kahroldum.
Bunlarla beraber ikinci maçta görüldü ki Real olan Galatasaray’dır, Madrid değil.
Bu arada, yemeğin parasını otele gider gitmez ilk iş olarak yolladım, merak etmeyin. 😉
2.340 Comments