Şampiyonlar Ligi’nin en son ve en kritik maçı Portekiz’in zayıf takımı Braga ile olacaktı. Maçın önemi dolayısıyla Fatih Hoca, takımı pazartesiden Portekiz’e götürmeye karar verdi. (Bu konudaki kararları kendisinin verdiğini söylememe gerek yok herhalde.)
Dolayısıyla biz de takımla beraber 2 gün öncesinden Porto yollarına düştük. Eylemin adı, takımla seyahat etmek ama ben her zaman olduğu gibi son anda uçağa bindiğim için alanda takımı göremedim. Uçakta da görmedim. Büyük airbus’la uçtuğumuz için takımı önde business’a almışlar, başına da bir body guard koymuşlar. Yazık, adamcağız yol boyunca biz uyur, yemek yer, dizilerden dizi, filmlerden film beğenirken ortada öylece dikiliyordu kimse geçemesin diye. Dolayısıyla forma imzalatmaya, resim çektirmeye gelenler kös kös geri dönüyorlardı. Sahi bu kös kös nedir allasen, bilen var mı?.. (Ben biliyorum da, bakalım içinizdeki google perisi hala yaşıyor mu?)
Geçen yazımda da söylediğim gibi futbolcular da sizin benim gibi insan. Onlar da ayakkabılarını çıkarıp rahat rahat uzanmak istiyor. Onlar da kimse görmeden burunlarını karıştırıyorlar belki; hatta onlar da sıra bekliyorlar. Bakıın;
Öğleden sonra 16.00 gibi kalkan uçak, Portekiz saatiyle 19.00 gibi Porto’ya indi ama pasaport, bagaj işlemleri derken en az 1 saat sonra çıkabildik alandan. Biz Porto’da kalacağımız otellere giderken takım maçın oynanacağı Braga’ya geçti.
Biz valizleri atıp, çarçabuk hazırlanmanın ardından vuracaktık kendimizi Porto yemeklerine ki… İstanbul’dan sonra her yer küçük. Porto da küçük ama turla gelen herkesin tek bir restauranta gideceği kadar da küçük değil. 5 Oceans http://www.5oceanos.pt/ isimli yere herkes akın edince balık bittiği için rezervasyonumuz olduğu halde gidemedik. Onun yerine yine Matosinhos bölgesinde Oslusiadas https://restaurantelusiadas.com/en/ diye daha mütevazi ama güzel bir yere gittik. Yediklerimizden bir kısmını göstermezsem nasıl vereceğim Portekiz’de olduğumuz hissini… 😉
Bu kadar yemeğe ve yol yorgunluğunun üstüne kimsede hal kalmadığı için herkes yemekten sonra otellere dağıldı. Ertesi gün erkenden kalkıp kahvaltımı yaptım ve ofis işlerimi takip ettim. Öğlen nihayet işlerimi bitirip otelden çıkabildim ve etrafı şöyle bir turladım. Porto’nun tarihi merkezi güzel ama şehrin dışı için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Şehrin dışı oldukça vasat bir Avrupa Şehri görünümünde.
Bu arada, şehrin içinde aslan figürlü bina bulmadan olmazdı elbette. 😉
Bilmeyenler için aslan figürü ilk çağlardan beri, her kültürde kuvvet, kudret, hükümdarlık sembolü olarak kullanılmıştır. Avrupa’nın pek çok yerinde olduğu gibi Anadolu’da da taş, mermer, ahşap, halı, kilim, (travel) minyatür vb. her tür malzeme üzerinde de görülür. Günümüzde de hemen hemen aynı amaçlarla kullanılmaya ve gezginimiz Sibel Akın, aslan resmi gördüğü her yerde resimlenmeye devam etmektedir.
Alltaki resimlerden sonuncusu Lizbon. Porto’ya ne kadar da çok benziyorlar hatta bulutlar bile aynı, öyle değil mi?..
Bizim ülkemizde birbirine benzeyen hiçbir yer, hiçbir şehir olmadığı hatta artık hiçbir meydan da olmayacağı için aynen korunmuş birbirinin benzeri tarihi yerlerin bana enteresan gelmesi de çok doğal aslında.
Öğleden sonra Porto’nun en güzel manzaralı yeri olan Douro nehri kenarında dolaşıp yine bir balık lokantasında daha sonra başıma geleceklerden habersiz deniz ürünlerini iştahla mideye indirdim.
Yemekten sonra Porto’nun neredeyse tek alışveriş merkezi olan Porto Stadının hemen yanındaki Dolce Vita’ya gittik. http://www.dolcevita.pt/centro_homepage.aspx?param=6xaQnimFh6TUGczg8rpu2Zpy6mpcDcrLslBR8VJQFpoI17q8JTGZt7UY+5Qo3fQwf+5QSSshz+G494SdvqiRtg==
Orta segmentte pek çok mağaza vardı. Fiyatlar çok ucuz. Avrupa’da pek çok ülkenin aksine taxfree uygulaması 65 euro’dan başlıyor. Fiyat arttıkça geri aldığınız vergi oranı da artıyor. Vergi iadesini alabilmek için alışveriş sırasında tax free formunu doldurmanız ve hava alanında, gümrükten formu onaylatmanız gerekiyor.
Akşam yemeğini de yine Douro nehri kıyısında Dom Tonho diye çok güzel bir restaurant’da yedik. (Ne uazık ki artık kapanmış) Yemek eşliğinde dinlenen eski Galatasaray Başkanlarının hikayeleri çok güzeldi ama diğer pek çok sohbet gibi bu da milyonların(!) okuduğu bu satırlara taşınamıyor haliyle. 😉
Ertesi gün yani maç günü, turistik yerleri gezmek, daha çok fotoğraf çekmek, Porto şarabı ve koleksiyonunu yaptığım hatıralık shot bardaklarından almak üzere tek başıma şehir turu yapmaya karar vermiştim o derde düşmeden önce.
Bol bulunca yediğim deniz ürünleri benimle kalmamaya karar verdiği için maç saatine kadar bütün günümü otel odasında geçirmeye mecbur kaldım. Bi yandan da annesi izin vermediği için camdan bakan cezalı çocuklar gibi, bağıran, çağıran, eğlenen diğer çocukların fotoğraflarını çektim.
Haliyle planladığım hiçbirşeyi de yapamamış oldum ama akşam aldığımız güzel hediye hepsine değdi doğrusu.
Akşam 18.00 gibi Braga’ya gitmek üzere otelden ayrıldık. Braga, Porto’ya yaklaşık 45 dakika mesafede daha küçük bir şehir. Gerçi 170.000 nüfusuyla Portekiz’in 3. büyük şehriymiş. Yani Çekmeköy’den büyük, Beşiktaş’tan küçük.
Braga’nın stadı, değişik mimari yapısıyla meşhur “Axa Stadium”
Stad bir vadiye oyulmuş. Kale arkalarında tribün yok. Diğer tirbünler de çelik halatlarla vadiye ve birbirine tutturulmuş. Tabi bu kadar teknolojiyi düşünürken bu stadı nasıl ısıtırız acaba diye kafa yormadıkları için tam anlamıyla donduk.
Eğer takımın ikinci yarıdaki mücadelesi ve maç sonundaki mucizesi olmasa ve hatta gurbetçi taraftarın ortamı ısıtması (!) olmasa gerçekten yaşadığım en soğuk ve sevimsiz deplasman tecrübesi olabilirdi.
Takım turu galibiyetle geçerse bizimle İstanbul’a dönecekti ama cuma günü direkt Sivas’a gitmek üzere Braga’da kaldılar. Sadece sakat olan Muslera ve cezalı Melo bizimle döndüler.
Son maçta biletimi Melo’ya imzalattığım ve Muslera da bu maçta herhangi bir penaltı atmadığı ya da kurtarmadığı için ona da imzalatmak olmazdı. Biletim elimde öksüz kaldı böyle.
Hah, evet. Gördün gördün bravo. Ojem çıkmış. Ben sağ salim dönebildiğime şükrediyorum sen de ojeme mi takılıyorsun? Pes doğrusu…
Küstüm, yazıyı bitiriyorum burda. Yoksa ooo, daha neler yazıcaktım neler…
2.365 Comments