Kaç sene sonra ilk kez Avrupa’da maç oynayacağımız için heyecanlıydım. E dile kolay Şampiyonlar Ligi. Yani “Annemizin Ligi”
En son 2008 – 2009 sezonunda Steau Bükreş’e elenerek Şampiyonlar Ligi’ne veda etmiştik. Üzülecek bir şey yok; spor yazarı Bilgin Gökberk’in de dediği gibi Milan’dan kovulmak için önce Milan’a hoca olmak lazım. Şampiyonlar Ligi’nden elenmek için de önce Şampiyonlar Ligi’ne kalmak lazım yani.
Heyecanla beklenen kuralar çekildi ve Manchester United, (nam -ı diğer Manu) Cluj ve Braga’nın içinde olduğu dörtlü gruba düştük. Bu demektir ki Aralık ayına kadar benden Cluj (Romanya) ve Braga (Portekiz) yazısı okuyacaksınız. Daha önce Steau Bükreş ve Dinamo Bükreş maçları için Romanya’ya gitmişliğim var zaten. Ukrayna, Estonya gibi şehirlerin yanısıra Romanya’ya da özel bir ilgi oluyor erkek taraftarlar tarafından nedense…
2 – 0 yendiğimiz Benfica maçı için de Lizbon’a gitmişim. Ümit Özat’a selam olsun, Benfica’yı Benfica’da yenmiştik yani. 🙂
Manchester United Şampiyonlar Ligi’nin vazgeçilmez ekiplerinden. Nasil olmasınlar? Başlarında 25 yıldır Sir Alex Ferguson var. Geçenlerde 1000. lig maçına çıkmış takımın başında. Türkiye gibi futbol ülkesi olmaya çalışan bir ülkede bile bir antrenör bir takımın başında 5 yıl kaldı diye başarı sayıldı ve milli takımın başında getirildi. Daha yiyecek çok fırın ekmeğimiz var yani.
Manchester maçı için 18 Eylül çarşamba sabah 11.45 uçağı için yavaştan yola çıktık. Takım deplasman maçlarına hep beraber otobüsle gelir ve mutlaka bir örnek giyinir. Eskiden Avrupa maçlarına takım elbiseyle gidilirdi, bence öylesi daha güzeldi. Son yıllarda eşofmanla gidiyorlar. Sarar artık paraya kıyamıyor anlaşılan.
Özlemişiz Avrupa heyecanını. Bu yüzden bildik deplasman yüzleri yanında pek çok yeni yüz de doldurmuştu dev uçağımız Boing 777’yi.
Yolculuk 4 saat sürdü ama çok rahat geçti. Manchester’a indiğimizde yavaş yavaş maç heyecanı hepimizi sarmıştı. Önceki yazılarımdan hatırlayacağınız şansım bu sefer pek yanımda değildi doğrusu. Avrupa Birliği vatandaşı olmayan zavallı bizler dizi dizi sıralanırken yabancı pasaportlularımız kolayca geçti bizim 1 saat beklediğimiz kuyruktan.
Nihayet kibar İngiliz eziyetinden kurtulup kendimizi otobüse attığımızda bir arkadaşımın sorusuyla fark ettim ki valizimi almayı unutmuşum. Ee kem küm, genelde valizimi vermiyorum ya da günü birlik gittiğim için valiz bile almıyorum diye şaşkınlığıma bir kılıf bulmaya çalıştım ama bariz unutmuşum işte. Yarım saat de valizi bulmakla geçirince buz gibi Manchester sokaklarına çıkmamız 17.00’yi buldu. Hava yaklaşık 10 dereceydi. Buzz gibiydi yani. Bu sıkıcı İngiliz şehrinde yapacak enteresan bir şey de olmadığı için takımın ter antremanına gitmeye karar verdim. Hem Old Trafford’u önceden görmek hem de takımın havasını koklamak için akşam 19.00’daki taraftara kapalı, basına 10 dak açık olan antremana gittik. Antreman toplam 30 dak. filan sürdü zaten ama daha fazla sürseydi de kalmamız mümkün değildi, o kadar soğuktu ki…
Allahtan havalar nasıl olursa olsun takımın havası iyi olsun dedik de antrenman çok keyifli geçti. Maç öncesi antrenmanın, ertesi günkü oyunla ilgili çok fikir verici olduğunu önceki tecrübelerimden biliyordum zaten. Bu sefer de yanılmayacağıma eminim, takımın kendine güveni tam. Yeneriz yeniliriz bilemem ama biz bu maçta mücadele edeceğiz arkadaş!
3 gün önce Antalya’da yaz sıcağı, İstanbul’da yaz sonu tatlı esintisi, burda kış. Vücut yorgun düştü haliyle. Antremandan gelip biraz dinlenip dışarı çıkayım derken kendimi 10’da yatağa serilmiş buldum. Ertesi gün sabah erken kalkıp kahvaltıya indim ki bu sefer de odanın anahtarını içeride unutmuşum. Aşık mısın diye soran arkadaşlarıma hala benim Galatasaray’a olan aşkımı anlayamadıkları için biraz bozuldum ama olsun. 🙂
Maç günü şehirde tam bir sarı kırmızı şöleni vardı. Her yerde Türkiye’den ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden gelmiş Galatasaraylı taraftarlar sokakları doldurmuştu.
Türkiye’de 21.45’de olmasına alıştığımız Şampiyonlar Ligi maçları saat farkı nedeniyle İngiltere’de 19.45’de başlıyor. Bu yüzden erkenden bizim stadımız kadar güzel olmayan ama inanılmaz organize bir stad olan Old Trafford’a bir kez daha geldim.
Taraftarımız inanılmazdı. Maç öncesinden başlamak üzere 90 dakika boyunca hiç susmadılar. İstanbul’da bile gol yedikten sonra biraz duraklama olur ve ondan sonra kendilerine gelip devam ederler. Bu sefer gerçekten 1 saniye bile susmadık. Hele bu Avrupa maçlarında en sevdiğim “Dağ Başını duman almış” marşını tüylerimiz pupa yelken söylemek şahaneydi.
Maçı 1 – 0 kaybettik ama çok iyi bir mücadele verdiğimizi düşünüyorum. Galatasaray’ın adına yakışır şekilde başımız dik oynadık ve güzel bir futbol seyrettirdik Avrupa’da bizi özleyenlere. En önemlisi böyle mücadele etsinler de yensinler yenilsinler önemli değildi bizim için.
Maç sonunda hemen otobüslerle alana gittik ve sıcak ve güzel ülkemize dönmek üzere uçağa bindik. Türkiye saatiyle 02.30’da kalkan uçağımız, 3,5 saatlik yolculuğun ardından İstanbul’a indi. Normalde uçakta uyuyabilen ben hiç uyuyamadığım için çok yorgun indim uçaktan ve zaten içimde olmayan muhabir ruhu tamamen uyuduğu için resim çekmek hiç aklıma gelmemiş.
Geçen Antalya yazımda bahsettiğim ve sözünü aldığım formama kavuştum sonunda. Geçen senenin yıldızı, tam bir istikrar abidesi olan, gerek saha içi, gerek saha dışındaki örnek davranışlarıyla istisnasız tüm taraftarların gönlünü kazanan Selçuk İnan’ın forması, Arda’nın, Baros’un, Hasan Şaş’ın formaları yanında yer alma şerefin, elde ediyor. Umarım Selçuk da geçen seneden beri hak ettiği kaptanlık pazu bandına erişir en kısa zamanda…
2.272 Comments